Gündelik hayatın en sıradan anları nasıl oldu da milyonların izlediği bir dijital anlatıya dönüştü? Vloggerlar, izleyiciyle bu kadar güçlü bir yakınlık hissini hangi ‘samimiyet kodlarıyla’ kuruyor? Markalar neden artık reklamlardan çok birinin mutfakta kahve yaparken söylediği cümleye güveniyor? Kısaca YouTube vlog kültürü.
Son birkaç yıldır Instagram ve TikTok akışlarımızda ‘fazla kusursuz’ görünen bir fenomen tipi beliriyor: sanal influencerlar. Gerçek bir insan değiller; ama herkes kadar gerçekler. Takipçi topluyorlar, marka anlaşmaları yapıyorlar, kültür üretiyorlar. Peki markalar neden bu karakterlere yöneliyor? Tüketici gerçekten bu kadar sentetik bir hikâyeye sıcak mı bakıyor? Bu sorular, dijital pazarlamanın yeni dönemini anlamak için artık kaçınılmaz.
Günümüz dünyasında tüketim çılgınlığının arttığı şu dönemlerde insanlar nelere ilgi gösteriyorlar ya da ilgi gösterdikleri şeyleri neden bu kadar abartıyorlar? Aslında bundan 20-30 yıl önce de benzer durumlar söz konusuydu. Sadece şartlar ve ilgi gösterilen şeyler farklıydı. Her dönemde insanlar belli şeylere ilgi göstermiş ve bunun sonucunda popüler hale getirmişlerdi. Gelişen medya ile beraber bu daha göz önüne çıkmış ve zamanla bu durum popüler kültür gibi bir yapıyı ortaya koymuştur. Peki bunun nostalji ile ilgisi nedir?
Bir kaldırımın, popüler kültürün hafızasını nasıl taşıyabileceğini hiç düşündün mü? Hollywood Walk of Fame, her yenilenen yıldızıyla hem geçmişi koruyor hem de ‘şöhret’ kavramının şehirle birlikte nasıl yaşayıp dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Peki Lorelai Gilmore gibi yeni eklenen isimlerin bu yaşayan arşive nasıl bir iz bıraktığını merak etmiyor musun?
Metin, İstanbul'un siyah ve beyaz metaforlarını iyi ve kötü yönler üzerinden ele alır. Şehrin büyüleyici dinamizmi (beyaz) ile yıpratıcı, eşitsiz ve karmaşık yapısı (siyah) arasındaki ilişki analiz edilir. Tarih, gündelik yaşam, medya temsilleri ve dijital kültür bu ikili gerilim üzerinden değerlendirilir. Sonuç bölümünde İstanbul'un, bu iki dinamiğinin sürekli müzakeresiyle çift yönlü kimliğinin oluştuğu vurgulanır.
Türk dünyasının en köklü düğün ritüellerinden biri olan gelin ağıtları, hem Türkiye’de hem Kırgızistan’da yüzyıllardır yaşatılan duygusal bir geçiş merasimidir. Bu gelenek, gelinin baba evinden ayrılışının sadece fiziksel bir değişim olmadığını; aynı zamanda psikolojik, toplumsal ve duygusal bir dönüşümü temsil ettiğini gösterir.
Büyük Okyanus'un derinliklerinde kaybolduğu söylenen, medeniyetlerin kökeni olarak işaret edilen Mu Uygarlığı, yüz yılı aşkın süredir gizemini koruyor. İngiliz Albay James Churchward'ın Tibet ve Meksika'da bulduğu iddia edilen Naacal Tabletleri ile popülerleşen bu efsane, insanlık tarihine dair bildiklerimizi sorgulatıyor. Peki, Mu Uygarlığı neydi ve bu kadim bilginin taşıyıcısı Naacaller kimlerdi?
Z kuşağı neden mevcut siyasi yapıya mesafeli duruyor? Dijital çağda büyüyen bu gençler, şeffaflık ve adalet beklentileri karşılanmadığında siyasete neden güvenmiyor? İklim krizinden kimlik çeşitliliğine kadar geniş bir yelpazede talepleri olan bu kuşağın, geleceğin siyasetini nasıl dönüştürebileceğini hiç düşündün mü?
Meta-modernizm, modernizmin içtenliği ile postmodernizmin ironisi arasında kurulan yeni bir duyarlılık eşiğidir. Ne tam inanan ne de tamamen şüphe eden çağdaş öznenin ruh halini açıklar. Bu yaklaşım hem ideal hem eleştirellik tutumuyla hakikatin yeniden aranmasını, yeni bir duyuşsallık ve samimiyet biçiminin ortaya çıkmasını sağlar.
Ortadoğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, sayısız inanç sistemini bünyesinde barındıran medeniyetlerin beşiği konumundadır. Bu çok etnikli bölgelerde varlığını sürdüren farklı kültürel değerlerden biri de dövme (deq, deqme) sanatıdır. Dövme sanatına Süryaniler, Ezidiler ve Müslümanlarda rastlanmıştır.
Her yılın başında, boş sayfalarla dolu yeni bir ajanda alıyoruz. Henüz yazılmamış günlerin verdiği o taze heyecan, sanki zamanı ellerimizin arasına alabileceğimiz duygusunu taşıyor. Ajanda tutmak, yalnızca plan yapmak değil; geçmişle geleceği aynı sayfada buluşturmanın da bir yolu. Bugünü yazıya dökerek, akıp giden zamana küçük bir direnç gösteriyoruz. Ama belki de asıl mesele planlamak değil de zamanı yakalayamama korkusunu kontrol altına alma çabası. Her sayfa, kontrol ettiğimizi sandığımız bir günü mühürlüyor.
Minimalizmin hayatımızda kapladığı yer hiç de minimal değil. Her yerde, evimizde, ofisimizde, okulumuzda, alışveriş merkezindeki en pahalı giyim mağazasında bile sadece tek renk ve tek tip dekorasyonlara rastlıyoruz. Minimalizm çılgınlığında Selim Bey’in evimizi sadeleştirmesini isterken kendi parçalarımızdan vazgeçtiğimizin farkında mıyız?
























