Sevgili dostlar, beraber bir yolculuğa çıkmaya var mısınız? O zaman yaslanın arkanıza ve kitaplar arasında kaybolmaya hazır olun.

Bana mektubumu getiren baykuş uçtuğu andan beridir, heyecanla beklediğim tren yolculuğum için sonunda istasyondayım. Önce bir duvarın içinden geçtiğimiz, ardından etrafımda binlerce farklı insan eşliğinde, çalacak olan tren anonsunu bekliyorum. ‘’Tren Kalkıyor!’’

Yaklaşık 12 senedir aradığımı dahi bilmediğim ama ısrarla aradığım tren, sonunda karşımda dikiliyor. Bomboş bir bavul, ben ve düşüncelerim ilerliyoruz kompartımana. Vagon kapısında Kibritçi Kız karşılıyor beni. Uzun zamandır hasret kaldığım ana kucağına kavuşmuş gibi hissediyorum. Biraz alıştıktan sonra, Çılgın Donkişot ilgimi çekiyor. Zırhı ve elinde bulunan mızrağıyla bir türlü sığamıyor koltuğuna. Onunla tanışıyorum. Hayat hikayesi epey şaşırtıyor beni. Ardından Cingöz Recai, kibar insanlara mahsus bir hareketle selamlıyor beni. Gözüm tutmuyor pek, bir şeytan tüyü var bu herifte. Bana ayrılan kompartımandan sıkılıyorum. Nedendir bilmem bir cesaret hareketlendiriyor beni. Teker teker tanışıyorum yolculuk arkadaşlarımla. Sağ koltukların birinden bir ses yükseliyor:

 – “Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.’’

Sol taraftaki koltukların birinden karşılık veriliyor:

– “Akın var, güneşe akın, güneşi zaaapt edeceğiz güneşin zaptı yakın.”

Her iki yana tutunarak ilerliyorum. İçimde heyecan, içimde coşku var. Diğer kompartımanın girişinde iki arkadaş karşılıyor beni: George ve Lennie. Bozulmuş bir teyp gibi hep aynı kelimeleri tekrar ediyorlar: çiftlik, çiftlik, çiftlik…

Artık daha özgüvenliyim. Tanıyorum, benimsiyorum ve seviyorum yolculuk arkadaşlarımı. Üzerimde bir çift göz seziyorum, boş koltuğa kurulmuş Büyük Bilader (Abi). Onu karşısına almış köse bir delikanlı dikkatimi üzerine çekiyor. Bir yörük aşığından öğrendiklerini korkusuzca haykırıyor:

– “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.”

Hemen önünde oturmuş, dedikoducu Hacer Hanım’dan öğreniyorum. İnce Memed’miş bu yiğidin adı. Hacer Hanım’ın yanında oturanlar dikkatimi çekiyor. Son derece düzgün bir Türkçeyle konuşan Necip Bey, ona kolunu dayamış heyecanlı bir şekilde tekne hikayeleri anlatan Süreyya Bey ve ruhsuz ama güzelliğiyle etrafındaki tüm ruhları canlandıran Suat Hanım. Tren boyunca koşup, deli danalar gibi soluyan biriyle çarpışıyorum. Doğurmak üzere olan ve acı çeken bir kadını arıyormuş. Bir sömürge ülkesinde doktor olan bu adam, hatasının peşinden koşuyor. Hemen yan taraftaki koltukların birinden biri kalkıp soruyor:

– Yahu hemşerim, ben kafa kâğıdı nasıl çıkarabilirim?

Arkadaşı kolundan tutuyor ve sesleniyor:

– Otur Yaşar! El kapılarında kimseye güven olmaz.

Biraz daha ilerliyorum. Ayağım bir tomar kâğıda çarpıyor. Okumaya başlıyorum. “Hasta biriyim ben… Huysuz adamın tekiyim.” diye yazılmış sözleri alıyorum yanıma. Kendime yakın hissediyorum. Diğer kompartımanda, olmayan bıyıklarını tarayan birine rastlıyorum. Onun yanında; kabuğuna iyice çekilmiş, aylak bir adamı andıran, sürekli etrafındaki kadınlara rahatsız edici bakışlar atan birini görüyorum. Bu bakışlardan pek rahatsız olmamışa benzeyen, çekici fakat çökmüş bir kadına yönlendiriyorum dikkatimi. Kısık bir keman sesi davet ediyor beni. Vagonların tam ortasında durmuş; bir gemi hikayesinden bahseden, aynı zamanda kemanını ağlatarak çalan, uzun paltolu, zayıf bir beyefendi ile karşılaşıyorum. Hemen karşımda, kendini kemanın ezgilerini kaptırmış bir çift görüyorum. Akşam gidecekleri davete, Emin Kâmil ve Profesör Hikmet Beyleri davet edip etmemek arasında kalmışlar. Onlara gıpta ile bakan; yaşlı, zayıf ve giyiminden anladığım kadarıyla, devlet dairesinde memur olan bir bey amca çağırıyor beni:

– Oğul! Sen Maria Puder diye birini tanır mısın?

– Hayır amca, tanımıyorum.

Diğer tarafta, bir Albayın karşısına dikilmiş, hayatı hakkında oyunlar yazan biri el sallıyor bana. Son kompartımanda, sadece bir yolcuya denk geliyorum. Başını ellerinin arasına almış; yanındaki koltuğa vicdanını koymuş, kendi mahkemesinde kendini yargılayan, Rus bir genç var sadece. Yolculuk boyunca bana eşlik eden sözler, daha da gürleşiyor: ‘‘Celladıma gülümserken çektirdiğim son resmin arkasındaki sözler. İçimden şu zalim şüpheyi kaldır. Ya sen gel ya beni oraya aldır.’’ Diye, başlık başlık yayılıyor tüm hayatıma. Onları da sırtlayarak iniyorum trenden. Boş olarak bindiğim trenden; dolu, ağzına kadar taşmış bir bavulla ayrılıyorum. Dinlenmem lazım, yeni yolculuklara çıkmak, yeni dostlarla tanışmak için. Tam bu sırada, bir kadın giriyor koluma. Arkamızdan biri sesleniyor:

– Bihter! Beni bırakma…

Yolculuğu Oluşturan Eserler:

  • Harry Potter Serisi – J. K. Rowling
  • Kibritçi Kız – Hans Christian Andersen
  • Don Kişot – Miguel de Cervantes
  • Cingöz Recai – Peyami Safa
  • Kaldırımlar – Necip Fazıl Kısakürek
  • Güneşi İçenlerin Türküsü – Nazım Hikmet Ran
  • Fareler Ve İnsanlar – John Steinbeck
  • 1984 – Goerge Orwell
  • Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri – Dadaloğlu
  • İnce Memed – Yaşar Kemal
  • Eylül – Mehmet Rauf
  • Amok Koşucusu – Stefan Zweig
  • Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz – Aziz Nesin
  • Yeraltından Notlar – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  • Anayurt Oteli – Yusuf Atılgan
  • Aylak Adam – Yusuf Atılgan
  • Madam Bovary – Gustave Flaubert
  • Serenad – Zülfü Livaneli
  • İçimizdeki Şeytan – Sabahattin Ali
  • Kürk Mantolu Madonna – Sabahattin Ali
  • Tehlikeli Oyunlar – Oğuz Atay
  • Suç Ve Ceza – Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
  • Erbain – İsmet Özel
  • Aşk-ı Memnu – Halit Ziya Uşaklıgil
Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.