Büyük Erdemler Risalesi, erdemin ne olduğunu ve neyin erdem olduğunu anlatan; ahlakı klişe ve romantizmden uzak, en saf ve duru haliyle felsefi bir temel üzerinden inşa eden bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. İçinde on sekiz adet erdemin bulunduğu bu kitabın temel aldığı şey, erdemlerin aslında ne olduğu ya da olmadığı; neden gerekli olduğu ve nasıl güçlü kaldıklarıyla alakalı.
Peki erdem nedir?
Kitapta bununla ilgili Comte şöyle diyor: “Harekete geçen ya da geçebilen bir güçtür. Örneğin bir bitkinin ya da ilacın erdemi iyileştirmektir, bıçağınki kesmek, insanınki insanca istemek ya da davranmaktır.” Yunanlardan beri süregelen şu örnek bunu anlamamız konusunda bize daha faydalı olacaktır: Erdem güçtür ama özgül bir güç.
Bir varlığın erdemi onun değerini oluşturan şeydir. Diğer bir ifade ile kendisine has olan yetkinliğidir. İyi bıçak en iyi kesen bıçaktır. İyi ilaç en iyi iyileştirendir. Lakin burada anlamamız gerek şey, erdemlerin oldukları durumdan bağımsız olduğudur. Kötüye hizmet eden bir silah eğer ki iyi vuruyorsa erdeminden herhangi bir şey kaybetmez onun yeteneği budur ve bunu yaptığı müddetçe erdemli olmaya devam edecektir. Bir soyguncunun elinde olan silah ile kahraman birisinin iyilik için tuttuğu bir silah erdem olarak birbirinden noksan değildir. Kim kullanırsa kullansın iyi silah en iyi vuran silah olacaktır. Özgül gücü aynı zamanda özgün yeteneğini de belirler. Erdem güçtür ve güç erdeme yeter.
Lakin insan, ahlak ve yasalar için bu nesnel tanım yeterli değildir. Peki insanın özgül gücü nedir? Comte şöyle der: “Bir insanın erdemi, onu insan yapan şeydir, daha doğrusu kendine özgü mükemmelliği göstermesini sağlayan özgül güçtür, yani insanlığıdır.” Yani erdem, insanın doğasında ya da özünde yer alan şeyi yapabilme gücüdür. Tikel anlamda böyledir. ”Erdemler bir insanın diğerinden daha çok insana benzemesini sağlayan şeydir” der Montaigne. Bu yoksa bizler insanlığın dışındayız demektir. Erdemler insanın tarih boyunca insan olabilme arzusuna hizmet eder. Doğal değillerdir ve bu arzu da sonradan edinilmiştir. Erdem, iyi davranma çabasıdır ve pratik ahlaka yardımcı olur. Kitapta yer alan bazı erdemler de bu çabanın ve pratiğin temel taşlarını oluşturan ana unsurlardır.
Saf Bir Görüntü: Nezaket
Grafik: Raul Soria
Nazik olmak, çoğu zaman herkes tarafından takdir edilen ve karşımızda gördüğümüzde hayranlık duyarak, imrenerek baktığımız bir davranış elbette. Çoğu zaman aldığımız uyarıların da başında gelen bir söylem (Biraz nazik ol!) olarak karşımıza çıkıyor. Hatta çoğu insan için iyi olmanın en önemli unsurlarından olan davranış biçimlerinden biri. Peki bu davranışın ‘bir erdem olarak’ yeri gerçekten var mıdır?
Nezaketin bir erdem aracı olduğunu söylememiz gerekebilir. Hatta kitapta, ‘ilk erdem(?)’ olarak geçiyor fakat nazik olma davranışı kötülükten neyi götürebilir? Katil sadece nazik olduğu için katil olmasından herhangi bir şey kaybeder mi? Asla kaybetmez. Demek ki nezaketin sadece bir görüntü içerisinde istediği şekli alabilmesi mümkündür. Bu nedenle nezaket, görüntünün ötesinde bir yer bulamasa da iyi bir gösteriş ve gösteridir. Lakin kötü bir adam tarafından gösterilmesi, kötü bir tarafı doğurur: İki yüzlülük. Çünkü nezaket, insanda olan eğitimin bir parçasıdır ve nazik olan kötü, bunu bilerek ve isteyerek yaptığını kanıtlar. Kaba birisinin kaba olmasının pek çok nedeni olabilir. Eğitimsizlik, aile, kültür gibi pek çok nokta olabilir. Nazik birisi için ise bu böyle değildir.
Comte kitabında bununla ilgili şu örneği verir “Lager’lerde Beethoven çalarken çocukları katleden Almanya!.” O yüzdendir ki nezaket sadece görünürde ise bir kandırmaca haline gelir. Lakin tüm bunlara rağmen nasıl olur da ‘ilk erdem’ olarak yerini alabilir? Erdem olmayan bir görüntü nasıl ilk erdem olarak söylenir?
Comte burada en temelden başlar. Yeni doğan bir bebeğin ahlakı yoktur. Çocukluğunda da bu geçerlidir. Çocukken keşfedilen ilk şey yasaklardır ve bu, çocuk için herhangi bir ayrım olmaksınız kötü demektir. Yüksek sesle konuşmak, birinin lafını kesmek, başkasının oyuncağını ondan habersiz almak, oynamak gibi şeyler aile tarafından yasaklanmıştır, bu durumda çocuk için bunlar kötü demektir. İyi ve kötü ayrımını buradan başlar, kurallar yeterlidir. Bu durumda ahlakın oluşmasından önce nezaket vardır. Ahlak başlangıçta nezaketten başka bir şey değildir. O halde temelinde nezaketin yer aldığı erdem buradan başlar.
Erdemlerin sonradan var olduğunu söylemiştik. Peki öncesinde erdemli değilsek nasıl erdemli olunabilir? Kant bu konu hakkında şunu der: ”Çocuğun, içgüdüleriyle yönlendirilmediği takdirde kendi kendine yapamayacağı şeyleri, başkalarının onun için yapması gerekir.” Böylece diğer kuşak bir diğerini eğitebilir. Kuşaklar boyu tekrar eden bu nezaket taklidi sayesinde ise erdemli olma şansını elde ederiz. Demek ki nezaket, ahlakın temelinde hatta gelişmesinde rol oynayan temel yapıdır. Bu yüzden çocuklar için gerekli iken yetişkinler için yetersizdir. Büyüdükçe anlamı ve kavramı değişir.
Bu yüzden ahlaklı olmak nazik olmaktan yeğdir, tercih edilmelidir. Nezaket bir erdem değil, sadece bir biçim ve başlangıçtır; çoğu şeyi açıklarken hiçbir şeyi tamamen açıklayamaz. İnsanı insan olma yolunda ilerletebilir ama hayvan olmasını da engellemez. Nezaket sadece nezakettir.
Aklı Başında Olan Bir Erdem: Basiret
Basiret bana göre erdemler içinde en olması gerekli ve önemli olanıdır. Herkesin gündelik hayatında duyduğu ya da söylediği basit bir söz vardır: ‘Basiretim tutuldu’. Aslında bu söz gündelik hayatımızda çoğunlukla basit bir yer alsa da basiret herkeste olması gereken ve çok önemli bir erdemdir. Antik çağlardan beri gelen bu erdemi, modern dönemde unuttuğumuz ya da erdem olmaktan çok psikolojik bir davranışmış gibi ele aldığımız olmuştur ancak yine de basiret hakikatin de en önemli erdemidir. Kant basiret için ‘becerikli benlik sevgisi’ demekle yetinir. Elbette bu yetersiz ve meçhul bir söylemdir. Çünkü Kant’a göre doğruculuk mutlak bir görevdir.
Kant’a göre, yardıma muhtaç birisi ya da dostunuz evinize sığındığı zaman evde olduğunuzu söylemeniz hakikattir ama insan asla ne kendi ne de sevdiğini birinin canından daha değerli bir mutlağa inanamaz. Bu yüzden mutlaklık yerine Weber’in sorumluluk etiğini tercih ederiz. Bu etik, eylemlerin öngörülebilir sonuçlarıyla ilgilenir. Dürüstlük ya da herhangi başka bir şey tek başına kötülüğü engellemek için yeterli değildir. Sorumluluk etiği sadece niyetimizi değil aynı zamanda da sonuçları da sorgulayan bir etik anlayışıdır. Bu da basiretin etik anlayışı demektir. Antik filozoflar bunu aklı başındalık olarak görüyordu. İyi ya da kötü olan şey hakkında doğru düşünebilme yetisi ve bunun sonucuna uygun davranma huyu. Basiret, ahlaka hizmet eden ve erdemin koşulu olan yegâne şeydir. Basiret olmadan diğer erdemler iyiliğe nasıl erişeceğini bilemez.
Örnek olarak adil birisi bu adaleti pratikte nasıl gerçekleştireceğini, yiğit birisi ne zaman cesur olabileceğini basiret sayesinde anlar. Sadece barışı sevmek barışı getiremez bu yüzden barışı nasıl getireceğimizi bilmek ve düşünmek gerekir. İşte basireti mecbur kılan şey bu düşünme halinin sonucu olan edinimdir. Basiret geleceğin bir erdemidir, şu an olanların değil. Basiret sahibi insanlar dikkatlidir. Günümüzde çoğu kişi için tehlikeli olan ile olmayan arasındaki ayrımdır basiret.
Antik filozoflar basiretin bahsettiğim halinden daha fazlası olduğunu düşünüyor ve öyle yorumluyorlardı. Bazı zamanlar da tehlikeye göğüs germek gerektiğini söylüyor ve cesur olma zamanının basiret ile bilineceğini işaret ediyorlardı. Tehlikeli olanı seçmenin, basireti yok etmediğini anlamamız gerekir. Tehlikeli olmayanı seçmenin, ödleklik olmadığını da. Bu iki parça birbirini bağlar ve doğru şekilde basiretin önemini açığa çıkarır. Basiret, modern zaman ahlakının gerekli kıldığı bir erdemdir, uygulamalı ahlakın erdemidir. Sonuçları öngörülebilir yapan ve tercihlerimizi ahlaklı kılan tek erdemdir. Yine de ahlakı düşünmeden basiretli davranmak erdemsizlik, sadece erdemli davranmak için basiretsiz olmak ahlaksızlıktır.
Korkuya Karşı Gelen Erdem: Yiğitlik
Şüphesiz hepimiz, kendimizin ya da çevremizin başına gelen bazı durumlarda cesur davranan insanlar görmüş ve imrenerek bakmışızdır. Yiğitlik belki de bu anlamda en özenilen ve hayranlık duyulan erdemdir.
Comte yiğitlik için kitapta “Korkunun üstesinden gelebilme kapasitesi” olarak bahseder. Bu, yiğitliği henüz bir erdem yapmadığı gibi bazı kuşkuları da peşinden getirebilir. Çünkü yiğitlik herhangi birisinin hizmetine kolaylıkla girebilecek bir erdemdir. Ve kötülük her zaman kötülüktür. Herhangi bir katilin kurbanını cesurca öldürmesine hayranlık duymamız doğru olabilir mi? Ya da bu, onu erdemli ve iyi birisi mi yapar? Elbette hayır. Peki bu, yiğitlik adına neyi değiştirir? Aynı suçu işlemiş iki suçluyu düşünelim, birisi daha cesur diğeri daha korkak olsun. Korkak olanın diğerinden daha az suç işlediği söylenebilir mi? Cesur olan daha arsız ve tehlikeli olabilir ama yine de suçları aynı orandadır. Bu haliyle, yiğitliğin önem açısından suçun içeriğine katkı vermediği aşikardır.
Kendine zarar vereceği belli olmasına rağmen yine de ‘yiğitlik’ yapan bir kişiyi ele aldığımız zaman, işler biraz daha değişir. Korkak olan yaptığı işe korkaklığını katıp kendini güvene alırken, kendine zarar vereceğini bilerek yapan bu kişi, işin içine yiğitlik katar. Bu yine de herhangi bir şeyi kanıtlar nitelikte değildir. Motivasyonlarının aynı olacağını düşünerek benzer suçları yapan iki kişiden daha cesur olarak kabul ettiğimiz kişi, bunun sonucunda ödül ya da ölüm sonrası sonsuz mutluluk gibi şeyleri düşünerek yapmışsa eğer, bu sadece bencillik olur. Sadece ve sadece çıkarsız yiğitlik kahramanlıktır. Bu, eylemin değerine hiçbir şey katmazken kişinin kendine değer katabilecek bir şeydir.
Sokakta yürürken birisinin sizden yardım istediğini duyduğunuz zaman göstereceğiniz yiğitlik, kişiye bağlı bir durumdur. Her ne kadar bütün toplumlar için yiğitlik iyi bir şey sayılsa da yiğitlik sadece başkasının iyiliğine yarar sağlayacak şekilde olduğu zaman -yani bencillikten çıktığı zaman- ahlaki olarak değerli olabilir. Comte, kahramanların yiğitliğinden şüphe duyarak onların bile egodan kurtulamayarak şan, şöhret ve para için yiğit olabileceğini ya da vicdan azabından kaçmak için yiğitçe davranabileceğinden bahseder. Buradan anlarız ki, ‘başka birisinin iyiliğine hizmet etmekten haz almak ve bu yüzden mutlu olabilmek’, bu erdemin tam olarak tanımıdır. Yani yiğitlik, ancak ötekinin ya da genel ve cömert bir davanın hizmetindeyse bir erdemdir.
Karakter özelliği olarak yiğitlik ise korkuya az duyarlı olmak, hatta haz almaktır. Bu gözü pek insanların yiğitliğidir. Daha çok “sert adamların”. Yine de bir saldırgana yalvarmak yerine onunla mücadele etmeyi seçmek bencilce bile olsa, daha fazla özsaygı ve hakimiyet katacağından ahlaki olarak bir değer taşımaya yakın olabilir. Yiğitlik, en azından içgüdüsel ya da fiziksel korkuların üstesinden gelebilme yetisini gösterir. Bu her zaman ahlaki olmasa bile ahlaklılığın koşulu olan hakimiyeti içerir. Yine de bu hali erdem olamaz. Olsa bile ahlaklı bir davranış değildir. Yiğitlik erdem olarak, her koşulda çıkarlarından vazgeçme ve başkasını düşünme biçimidir. Yiğitlik korkuyu tamamen yok saymak demek değildir, korkuların olduğunu bile bile bunları cömertçe aşma kapasitesidir. Ve bu bütün erdemler için koşuldur. Aynı basiret gibi yiğitlik de tüm erdemler için koşul durumundadır. Adil birisi basiretli olmadan nasıl mücadele edeceğini bilemez fakat cesur olmadan da bunun için çabalayamaz. Yiğitlik, hem bir koşul hem de o koşulun kendisidir.
Kendi Kendine Olan Erdem: Adalet
Hayatımızın hiçbir noktasında kendimize haksızlık yapılmasını asla istemeyiz. Sürekli olarak bir arayış ve bunu engelleme durumu gösteririz. Eşitsizliğe ve hileye bir başkaldırıdır adalet!
Adalet temel erdemlerden biri olmasını yanı sıra içinde tüm erdemleri bulunduran, kişilerden ve olaylardan bağımsız olarak ‘mutlak iyi’ olan tek erdemdir. Basiret ya da yiğitlik kişinin karakteri ya da motivasyonuna göre kötü bir amaca pekala hizmet edebilir. Sonuçta cesur bir katil ya da basiretli bir zorba karşımıza çıkabilir. Peki ya adil bir katil ya da zorba karşımıza çıkarsa?
Bu, tüm erdemler içinde kötülüğe verebileceğimiz en şaşırtıcı sıfat olabileceği gibi; adaletin kendisinin direkt olarak iyi olduğunu kabul etmemiz demektir. Aristo adalet için “eksiksiz erdem” der. Her insan adaleti arar ve peşinden koşar. Pek çok yazar ve filozofun düşüncelerinde gördüğümüz şey budur. İnsanlığı kurtarmak için masum birisinin canı almak doğru mudur? Kuşkusuz bunun cevabı hepsi için hayır olacaktır. Bunun peşinden koşmak sadece ve sadece ‘kötü’ bir davranış olur. Adalet insanın yaşaması için bir sebeptir.
Faydacılık dediğimiz durum burada sona gelir. Belki de pek çoğumuza göre çoğunluğun mutluluğu için birkaç kişinin kendi isteği dışında mutluluğunu feda etmek gereklidir. Oysa adalet tam olarak bunu yasaklar ve yasaklaması gereken şey tam olarak budur. Adalet olmadan hangi değerimiz gerçekten değer taşıyabilir? Sevgimiz bile adil değilse eğer bu, tüm koşullardan uzak bir şekilde ‘adaletsizlik’ olur. Mutluluğumuz için adil olamıyorsak sadece benciliz demektir. Adaletin yokluğu her şeyi değersizleştirir.
Adalet Nedir?
Adaleti iki anlamda kullanırız, bunlardan birincisi hukuka uygunluktur, yasadır. Çocuklar yazılı kuralları olan ya da olmayan herhangi bir oyunda hile yapan bir arkadaşına karşı hakkını arar. Bunun aynısı pekala yetişkinler için de geçerlidir. Kendi aralarında olabilecek gelir farklılıklarına karşı, adaletsiz ya da yasaların ihlali olarak karşı çıkacaklardır. Burada Aristo şöyle der: Tersine, adil kişi ne yasayı ne de ötekinin meşru haklarını ihlal eden; ne hukuku ne de haklarını (bireysel özgürlükleri) ihlal eden kimsedir. Adil, iyilikten ve kötülükten payına düşeni alandır. Yasallığa ve bireyler arasında eşitliğe gösterilen bu ikili saygıda adalet, tümüyle kendini gösterir: “Yasaya uyan ve eşitliğe saygı duyan adildir, yasaya uymayan ve eşitliğe saygı duymayan adaletsizdir.”
Bu ikili birbiri ile bağlantılı olsa da farklılık gösterir. Yasal olan her şey gibi adalet de döngüsel ve olgusaldır. Aristo “Yasal olan şeyler bir anlamda haklı şeylerdir.” der ama bu bize bir şeyi kanıtlamaz. Yasalar sadece yasa oldukları için kabul görülürler. Yasalar belirli bir otoritenin ve dengenin sağlanması için gerekli olan şeylerdir. Başka türlü devlet olamaz. Peki bu adalet midir? Yasaları koyan hükümdar hatalı ya da adaletsiz olabilir, hatta yasayı koyan halk(çoğunluk) bile olsa bu adaletsiz olabilir. Yasalar eşitsizliği koruyabilir yasalar adaletsiz olabilir. Bu durumda yasa ve eşitsizlik çarpışıyorsa adalet nerededir?
Platon için adalet, herkesin payını, yerini, işini koruyan ve hiyerarşik uyumu sağlayan şeydir. Burada da ciddi bir sorun vardır: İnsanlar kendi aralarında eşit değildirler. Bu durumda onlardan aynı şeyi istemek adil olabilir mi? Tarih boyunca öne sürülen bu sorular, eskiden beri süre gelen konuların başındadır. Sonuçta ise hep en güçlü baskın çıkar, politika denilen şey budur. Bu durumda güçlü olan haklı çıkar, haklı olan ise güçlenemez. Bu farkı demokrasi bile kapatamaz. Çoğunluk her zaman güçlü olsa bile herkes bilir ki bu çoğunluk her zaman doğru değildir. Yasalar her zaman haklı olsa bile her zaman adaletli değildir. Bu da bizi adaletin ikinci anlamına, yani eşitliğe ve hakkaniyete götürür. Erdem olarak adalet budur.
Bu durum hukuktan daha çok bir ahlak meselesidir. Yasaların adil olmadığı bir durumda yasalarla mücadele etmek adil olandır. Sokrates’in yasalar yüzünden öleceğini görenlerin onu kaçırmaya çalışması gibi, yasalar için masum birini feda etmemek gibi. Sokrates’in kendisi bile böyle bir durumda kim olursa olsun ona yardım etmeyi tercih ederdi fakat kendisi için bunu reddetti. Bu davranışı ve yasaları bu denli içtenlikle kabul etmek sadece kişinin kendisi için hoş görülecek bir davranıştır. Yasa dışı olsa bile masum birini kurtarmayı denemek gerekirdi ve bunu reddedecek kişi, sadece kendisi için bunu yapıyorsa hoş görülürdü. Her şeyden önce ahlak ve adalet gelir işin özü budur.
Peki Bu Öz Nedir?
Comte öz için ‘kişinin özgürlükleri ve hakları’ der. Yani öncelikli olarak başkalarının hakları. Yasalara uymak otoritenin devamı için gereklidir lakin bunun için bile olsa adaletten vazgeçilemez. Yurttaşlar için adalet ve yasanın aynı yöne ilerlemesi pekâlâ güzeldir. Ve herkes bunun için özen gösterir. Böylece adaleti savunacak erdemli kişiler olduğu müddetçe adaletin bir anlamı olabilir.
Peki Ya Adil Kimdir?
Sadece yasalara uyan kişi değildir elbette. Sadece ahlaklı olan kişi midir peki? Pek çoğumuz için ahlak, değişkenlik gösteren bir durumdur. Bu yüzden kesin olarak bildiğimiz bir ahlak yasası olmamasına karşın, bu da bunun için yeterli değildir, sadece adalet için yeterli değildir. Kant’a göre tüm katillerin cezası aynı olmalıdır. Adil insanlar bunu açıkça reddederler. Demek ki adalet konusunda da pek çok ayrı fikir vardır ve bu durum, adaletin mutlak olmadığını söyler. Bu fikirler adaletin temelini oluşturan unsurlardır.
Adalet adil insanlar yaratamaz fakat adiller adaleti yaratabilir. Eğer ki eşitlik bu konuda yetmiyor ya da adil değilse burada gereken şey adaletin yorumlanmasıdır. Katillere ceza vermek eşitliktir evet ama hangisine hangi durumda nasıl bir ceza verilmelidir? Adil olan nedir? Bu durum bizim açıkça yoruma ve vicdana ihtiyaç duymamıza neden olur. Yargıçlar yasaları yorumlar, öğretmenler hangi normlar ile eşit davranacağını yorumlayarak çalışkan ve tembel öğrencilerine adalet sağlar. Ama adalet bunu asla tek başına yapamaz, adaletin konuşabilmesi için bizim sesimize ihtiyacı vardır. Vicdanı rahat insan adaletli insandır. Adil insanlar ise adaletin ne olduğunu bilemezler ama bunun için çabalarlar. Pascal bu durum için şöyle der : “ İki çeşit insan vardır yalnızca, birileri adildir ama günahkar olduğuna inanır, diğeri ise günahkardır ama adil olduğuna inanır.” Comte ise şunu ekler: “hangi tarafta olduğumuzu bilemeyiz, bildiğimizde ise öbür tarafa geçmişiz demektir!”
Yine de bu durumlar için bir ölçüt gereklidir. Bu ölçütün sadece eşitlikten değil aynı zamanda ona denk olabilecek bir taraftan yana olması gerekir. Burada karşımıza hakkaniyet çıkar. Adaletin en adil halidir. Herhangi bir müzakereye girdiğim zaman, müzakere konusu olgunun tüm kusurlarını söylemem hakkaniyetli olan demektir. Yasalar bunu önemsemeyebilir ama adalet önemser, erdem önemser, ahlak önemser. Hakkaniyet empati yapabilmektir.
Adalet aynı zamanda ‘’beni’’ reddetmek demektir. Böylelikle gerçekten adil oluruz. Bununla birlikte kendimizi yasalardan üstün görmeyiz. Adaletin temeli olan eşitlik, karşılıklı olarak aynı olmamamız ya da nesnenin aynı olması değil, öznenin eşit olmasıdır. Fakat bu eşitliğin olması gerektiği yer, hukuk önündeki eşitliktir, hakların önünde durulan eşitliktir. Erdem olarak temelde sağlamak istediği ve sağladığı şey budur. Yasaların ve kanunların önünde herkesin adaletli ve eşit olarak haklara sahip olmasıdır. İki temeli alan iki farklı adaletin bağlandığı nokta tam olarak budur. Bunu da adil insanlar sağlar, sağlayacaktır. Adil insan, kendisini hukukun eşitliğine ve hizmetine vermiş, sayısız eşitsizliklere rağmen her insanın diğerleriyle eşitliğini kendi içinde karara bağlayarak var olmayan ama yokluğunda da hiçbir düzenin bizi asla tatmin edemeyeceği düzeni kuran kişidir. Adalet asla yetmez ama adalet her zaman bize yetecek olan tek erdemdir.
Sonuç olarak Comte, Büyük Erdemler Risalesi’nde, insanı insanca var edebilen ahlakın, bize bizzat kendimiz tarafından verilmiş en büyük hediye olduğunu hatırlatır. Bu hediyeyi çerçeveleyen erdemler, bize aslında sadece iyi niyeti değil, iyi niyeti nasıl daha iyi hale getirebileceğimizi de söyler. İyi, ahlaklı ve en önemlisi insanca kalabilmemiz için, erdemli olmanın gerekliliğini bir an önce anlamamız dileğiyle…
Yorumunuzu Yayınlayın