Yıllardır sinema severler tarafından süregelen bu tartışma, asla son bulmayacak gibi gözüküyor. Birbirlerinden çok farklı iki evrende ve çok ayrı zaman dilimlerini yansıtan bu iki film, azımsanamayacak ölçüde güçlü kitlelere sahip. Elf dünyası mı yoksa büyücü dünyası mı? Asalar mı Hobbitler mi? Gandalf mı Dumbledore mu? Hangisi seni daha çok yansıtıyor. Gelin iki seriyi de detaylıca inceleyelim.

BİR SERİDEN ÇOK DAHA FAZLASI: HARRY POTTER

Harry Potter serisinin ilk iki filmi Felsefe Taşı ve Sırlar Odası’nın çekimleri Chris Columbus’a ait. Seriye başlanılmadan önce Harry Potter serüveninin çocuklara hitap eden kendine ait ufak ve gizemli bir dünya olması gerektiği düşünülse de gerek izlenme oranları gerek seyircilerin istekleri üzerine, devam filmleri daha olgun kişilere hitap edecek şekilde çekilmiştir. Harry Potter asla çocuk filmi değildir. Eleştirdiğim en önemli noktası; kitaplarının, filmlerden kat kat daha iyi ve başarılı olması. Hem kitaplarını okuyan hem de tüm seriyi baştan sona defalarca izlemiş bir izleyici olarak; filmler kitapların bahsettiği büyücü evreninden oldukça eksik kalmaktadır. Öyle ayrıntılı ve geniş bir evrenin eksiksiz yansıtılması elbette ki mümkün değildir. Harry Potter’ın çekildiği konum ve zaman diliminde izleyiciler kendilerinden bir parça bulabiliyorlar. Film İngiltere/Londra’da çekilmiştir.

Irkçılık, sınıfsallık, cinayet, cinsiyetçilik, homofobi, ön yargı, işkence gibi temel toplumsal sorunlara üstü kapalı bir biçimde seri içinde değiniliyor. Büyücü dünyasında çok uzun yıllardır süre gelen bir ‘saf kan’ ayrımı var. Rowling, bize dünyanın neresinde olursak olalım ırkçılığın var olduğunu ve hep var olacağını anlatmaya çalışmıştır.

Güçlü ve güçsüz, iyi ve kötü, suç ve adalet, muggle ve büyücü ayrımlarının seride sıklıkla karşımıza çıktığını görüyoruz. Voldemort’un asıl amacı olan Harry’i öldürmek uğruna Cedric Diggory’i gözünü kırpmadan öldürmesi hayatta emellerimize uğraşmak adına nelerden vazgeçip neleri göze aldığımızla ilişkilendirilebilir. Büyücü dünyasında bile adalete dayalı bir hukuk sistemi göremiyoruz. En yakın arkadaşının ölümünden sorgusuz sualsiz mesul tutulan Sirius Black, Azkaban Tutsağında ömür boyu hapse çarptırılmıştır. Remus Lupin’in nükseden hastalığı yüzünden toplum ve kamusal alandan ötekileştirildiğini farketmiş miydik?

Serideki kötü karakterlerin, sınıfsal olarak kendisinden aşağıda gördüğü karakterleri her fırsatta azarladığını ve küçük gördüğünü gözlemliyoruz. İyi kötü ayrımında bile saf kan olmanın getirisi büyücü dünyasında elit, burjuva sınıfa denk gelmektedir.

Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi’ne kıyasla insanın içindeki çocuğu ortaya çıkaracak ve bizleri daha çok heyecanlandıracak büyülü bir evrene sahiptir. Bizleri geçmişe götürerek bir çocuğun tek başına karşı dünyayla olan mücadelesini anlatırken; arkadaşlığa ve aile değerlerine oldukça fazla göndermede bulunur. Henüz bebekken anne babasını kaybetmiş bir çocuğun, asıl kötü Voldemort’la (He who must not be named) olan savaşını izliyoruz. Bu savaş gerçek hayatta olan iyi-kötü karşılaştırmasını ortaya koyuyor. Voldemort ve diğer kötüler -bunlara Malfoy ailesi de dahil- bencil, dostluk ve arkadaşlık kavramlarından oldukça uzak, sevgi görmemiş, sadece kendi çıkarını düşünen kötülerin yanı sıra dünyayı sevgi ve dostluğun yöneteceğine inanan, fedakarlık, merhamet, acıma, yardım etme düşüncesi gibi insani özellikleri gelişmiş iyiler de bulunmaktadır. Harry Potter, Weasley ailesi, Severus Snape, Albus Dumbledore, Hagrid gibi karakterler seride iyiliği ve doğruluğu temsil etmektedir.

Harry Potter evreni hayatın bir döngüden ibaret olduğunu ve bu durumu içselleştirmeden kabul etmemiz gerektiğini bize öğretiyor. Serinin sonunda savaşın bitmesi ve Voldemort gibi kötü karakterin ölmesinin yanı sıra iyi karakterlerin de öldüğünü görüyoruz. Lupin ve Tonks’un ölümünün ardından dünyaya gelen çocukları, bize hayatın bir kuralı olduğunu anlatıyor. Bu yüzden de Harry Potter bir çocuk filmi değildir; hayatta her zaman iyiler kazanamaz, her zaman olumlu sonuçlar elde edemeyebilir ve bu doğrultuda kayıplar verebiliriz. Her ne durumda olursan ol kendi bildiğin doğrudan sapmaman gerektiği, bize serinin anlatmak istediği en temel konuydu.

J.R.R. TOLKİEN’IN EFSANE ÜÇLEMESİ:LOTR

Bu film serisi ve kitapları hakkında o kadar fazla eleştiri ve yorum mevcut ki fanatiği olduğu kadar eleştirmeni de bir o kadar fazla. Müthiş büyüklükte bir evreni kapsadığı için günümüzde dahi seri hakkında bilinmeyen ya da gözden kaçan gerçekler ortaya çıkıyor. Yüzük Kardeşliği, İki Kule ve Kralın Dönüşü olmak üzere seri toplam üç filmden oluşmaktadır. Harry Potter ile kıyaslandığı zaman LOTR’un Orta Çağ evreninde geçtiğini görüyoruz. Orklar, elfler ve hobbitler gibi aslında aşina olduğumuz ama somut olarak biçimlendiremediğimiz ırkların yanı sıra hiç bilmediğimiz ırkları da bünyesinde içeren kocaman bir evrenden söz ediyoruz. Orta Çağı konu edinen seride kendine ait elf dili, elf lisanı gibi kişiselleştirdiği materyaller ile film daha da gerçekçi bir hal alıyor.

Yüzüklerin Efendisi, epik açıdan kesinlikle Harry Potter’a oranla çok daha başarılı. Yüzüklerin Efendisi için daha fantastik daha epik ve daha destansı bir anlatımdan söz edebiliriz. LOTR, zaten efsane olan bir hikayeyi bizlere aynı destansı şekilde aktarmayı başarabiliyor. Sinemanın büyüsü tam da burada ortaya çıkıyor. Yüzüklerin Efendisi izlerken insan figüründen çok uzak kalmış olsak da manidar bir biçimde insanların varlığından da söz edebiliriz.

Serideki en ikonik ve popüler karakterlerden biri olan Gandalf’ı ilk izlediğimizde tatlı ve sempatik kişiliğinin arkasında sırlar barındırdığını hissediyoruz. Bu sırların ne olduğunu asla kestiremiyorsunuz çünkü günümüzün dünyasından değil Orta Çağ dünyasından bahsediyoruz. Gandalf’a hayat veren Ian McKellen, Gandalf’ın karakter gelişimi hakkında bizlere çok iyi bir oyunculuk sergileyerek; ekrandan hissettirmeyi başarabiliyor. Bilgeliği temsil eden Gandalf, doğruluk için savaşmaktan çekinmeyen ve bildiği doğrudan sapmayan bir karakter. Harry Potter evrenindeki Albus Dumbledore ve Gandalf benzerliği gözden kaçmıyor. İkisinin de öncü, doğru, iyi, adaletli ve kimi zaman asabi ruh halleri birbirlerini anımsatıyor.

Savaşın bölgesinin dışında kalan Orta Dünya’dan gelenler, göç edenler, göçebe biçimde yaşayanlar, kabileler… Orta Çağ Dünyasının ne kadar büyük olduğuna dair ipuçları, bize serinin üçüncü filmi Kralın Dönüşü’nde veriliyor. Filmin en temel amacı; Orta Çağı en epik biçimde, destansılığını kaybetmeden izleyiciye aktarabilmektir. Bunu yapabilen yapım oldukça azdır. Sinematografik açıdan Harry Potter’da bulunan asa, süpürge, büyü gibi materyallerden ziyade LOTR kullandığı (özellikle üçüncü filmde) minimalist boyutta efektlerle dikkatimizi çekiyor. Gollum’un CGI gibi gözükmemesi seride kullanılan efektin en az boyutta olduğunu kanıtlar nitelikte.

Serinin bitimi bir çok insanda büyük merak duygusu uyandırıyor. Seriyi sevmeyenlerin de kendilerince haklı nedeni de bu. Hem içerisinde bu kadar fazla mesaj, ayrıntı ve dinamik içeren başarılı fantastik kurgu yapımları oldukça az hem de insanı düşünceden düşünceye sürüklüyor oluşu da bir noktada can sıkıcı hal alabiliyor.

İki evrenin de birbirinden ayrı gizemleri ve farklılıkları mevcut. Birisi Orta Çağ Dünyasında geçerken öbürü günümüz dünyasını içeriyor. Harry Potter bizim çocuksu yönümüzü ve duygularımızı, Yüzüklerin Efendisi ise kahramanlık ve epik değerlerimizi ortaya çıkarıyor. Harry Potter serisinde olan duygu karmaşasının, Yüzüklerin Efendisi’nde olmadığını görüyoruz. Yüzüklerin Efendisi başlı başına bir destansı hikayesi olan ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesap edilmiş bir film. İnsanda, ekranın içinden savaşa katılma isteği uyandıran ve urukai öldürme ihtiyacı hissettiren efsane ve destansı bir yapımdan bahsediyoruz. “Beşinci günün şafağında beni bekleyin, şafakta doğuya bakın.” repliği dahi tüm Harry Potter evreninden daha kapsamlıdır.

KAYNAKÇA:

tr.gencsanatdergi.com

tr.wikipedia.org

Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.