Marx’ın söylem kuramı yaklaşımlarına ilişkin kuramsal katkılarını, ideoloji ve söyleme ilişkin bakış açısını da aktararak maddeler şeklinde sıralayıp açıklayacak olursak Marx,
Bilincin oluşumunun temellerini insanın toplumsal pratiklerinde aradı.
Böylece, düşünmenin ve bilincin oluşumuyla ilgili tartışmaları insan psikolojisi üzerinden yürütülen bir zeminden daha toplumsal bir zemine çekti. Marx’a göre yanlış bir bilginin doğru bilgiye dönüşümü o düşüncenin kendi döngüsü içinde mümkün değildir. Bunu gerçekleştirebilmek için, insanın «toplumsal pratiği» ile «bilinci» arasında bir ilişki kurulmalıdır.
Toplumsal bilincin nasıl belirlendiğine ilişkin genel çerçeveyi çizdi ve ideolojiyi, toplumsal bilincin bir tarzı olarak gördü.
Marx’a göre insanın toplumsal bilinci hem kendisinin üretkenliği, hem de dahil olduğu üretim ilişkilerinin oluşturduğu koşullar etrafında şekillenir. Dolayısıyla hem öznel hem nesnel bir belirlenimden söz eder.
İdeoloji ve insan arasındaki ilişkinin maddi gerçekliğin tersine bir hal almasını «camera obscura» metaforuyla ifade etti.
Buradaki tersine dönme ilişkisi çoğunlukla «yanlış bilinç» olarak yorumlanır. Kastedilen, ideolojinin maddi koşulların yansıması değil, maddi koşulların yanlış bilgisi olduğudur. Doğru bilinç ve yanlış bilinç arasında bir ayrım yapılmalıdır. Yanlış bilginin kaynağı ideoloji, doğru bilginin kaynağı bilimdir.
İdeoloji, insanın gerçek yaşam karşısındaki bir refleksi, ekosu ya da fantomudur. Yani yansı, yankı ve hayal.
Marx, gerçekliğin bir yansıması olarak bahsettiği ideolojiyi, gerçeklik hakkında bir yanılsama olarak değil, gerçekliğin bilinç düzeyindeki bir «izi» olarak görür.
Toplumsal bilincin oluşumu ideoloji ile toplumsal sınıflar arasındaki ilişkinin niteliğine bağlıdır. Yöneten sınıfın düşünceleri, yöneten düşüncelerdir.
Marx ideolojiyi, egemen sınıflar, bu sınıfların çıkarları ve bu çıkarları yeniden üretecek düşünceler ile ilişkilendirir. Ona göre toplumun maddi gücünü elinde tutan ve yöneten sınıf, entelektüel güçleri de yönetir. Üretim araçlarını elinde tutan sınıf, düşünsel üretimi de denetleme gücü elde eder.
Egemen sınıfların çıkarları ile egemen fikirler arasında doğrusal bir ilişki kurar.
İdeoloji kavramının maddi koşullar ve sınıfsal konumlar tarafından belirlenmesi anlayışı, yani «sınıfsal konum=ideoloji» ilişkiselliği, kuramın en çok tartışılan konularındandır.
İdeoloji, bireylerin kişisel kanaatleri değil, maddi yaşamın çelişkilerinin oluşturduğu toplumsal bilinç ve bu bilinçten kaynaklanan bir mücadele alanıdır.
Marx’ın bu yaklaşımına göre, insanlar dahil oldukları maddi üretim ilişkileri içerisinde içindeki çelişkilerin farkına vararak toplumsal bilinç edinir ve ideolojiyi de bir mücadele alanı olarak kullanırlar. Bu mücadele içinde toplumsal özneler kendi konumlarının da farkına varırlar.
Marx ve Dil
Marx, dil üzerine düşünme bakımından pek de bir katkı sunmamakla birlikte, dili toplumsal olanın asli unsurlarından biri olarak gördüğünü de belirtir. Üretimi en başından itibaren toplumsa bir ilişki olarak görür ve ona göre dil, üretimin vazgeçilmez bir bileşenidir.
Marx’ın dil üzerine çok düşmemesi aslında normaldir. Çünkü Marksizm eylem ve bilinç ikiliği etrafında kurulan bir eylem teorisinden köklenir. Örneğin «praxis» kavramı da bunun en iyi örneğidir. Söylem teorisi ise, eylem teorisinden kopuşa işaret eden ve toplumun dilsel kurulumunu merkeze alan hepimizin bildiği o «sosyolojide dilsel dönüş» evresinin de en belirgin sonuçlarından biridir.
Aslında Marx’ın teorisinde, söylem ve ideoloji arasında bir gerilim vardır ve asıl sorun bu gerilimin verimli kullanımıdır. Zaten söylem teorisi de ideolojinin kusurlarını bertaraf etme ve söz konusu potansiyeli hayata geçirme misyonuna sahiptir.
Kaynak
Bu yazı, Purvis, T. ve Hunt, A. (1993). Discourse, ideology, discourse, ideology, discourse, ideology… The British Journal of
Sociology, 44(3): 473-499. makalesinin Coşar, S. tarafından çevrilen Türkçe basımından yararlanılarak yazılmıştır.
Yorumunuzu Yayınlayın