Sanayi Devrimi ve sonuçları, toplumun hafızasında yeni depresyon olarak yer eder iken, hız kesmeden hızlanan teknoloji, sosyal bilimleri ve hâliyle sanatı da etkiledi. 20. yüzyılın başlarında hayatımıza giren; radyo, telefon, plastik, radar, sonar vb. icatlar, insan hayatını hızlandırırken, insanları da bir o kadar bunalıma sürükledi. Bu yenilikler, şehirlerin kalabalıklaşmasını ve sanayileşmesini de hızlandırdı. 20. yüzyılın başlarında, etkilerinin oldukça yoğun olarak görüldüğü; Charles Darwin, Friedrich Nietzsche, Arthur Schopenhauer, Karl Marx, Engels, C.G. Jung, Sigmund Freud, Henri Bergson, Einstein, Fyodor M. Dostoyevski, Charles Baudlaire, Rimbaud gibi isimler, bu ”yeni” yaşamın, insanlar nezdinde fikir babaları oldular. Dünya, tarihçi Erich Hobsbawm’ın ‘Aşırılıklar Çağı’ olarak adlandırdığı bu yüzyıla girer iken, aynı zamanda değişen ahlak ve kültür yapısı ile yeni sorunlarla mücadele edecekti. 1. Dünya Savaşı işte böyle bir dönemde, insanların büyük çoğunluğunda, büyük travmalar yaratıp sonuçlandı. İşte bu çağda yeni isimler, yeni fikirler ortaya attılar.
Roman, İngilizcede ‘novel’, zaten hâlihazırda modern bir olguydu. Kelimenin İngilizce karşılığının bile ‘yeni şey’ anlamına gelmesi, bu durumu bize gösterir. Özellikle batıda turizmin gelişmeye başladığı dönemlerde yazılan seyahatnameler ile başlayan bu akım, yerini 20. yüzyılda tekrardan deri değiştirerek modernist akımın etkisine bıraktı. 1900 ilâ 1920 tarihleri arasında modern olmak bir olguydu fakat modernite bir anda insanların temel kavramı oldu. Dünyayı ikiye bölercesine, geçmişle olan tüm bağları yıkan ve insan karakterini, psikolojik durumunu, ortaya koyan bir yapıydı.
Bu yapının temelini Nietzsche’nin ‘İyinin ve Kötünün Ötesinde’, ‘Güç İstenci’ gibi kitapları ile Arthur Schopenhauer’ın ‘İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’ adlı eserlerinde ortaya konan güç istenci, modernist yazarlar tarafından rağbet gördü. Henri Bergson‘un psikolojide çığır açan ‘Bilinç Akışı’ tekniği ise; Virgina Woolf, Ford Madox Ford, James Joyce, T.S Eliot, Ezra Pound gibi isimler tarafından oldukça kullanılmıştır. Modernist roman yeni kimliğine kavuşurken eleştiriler de ardı ardına geldi, bu eleştirilere Virgina Woolf, ‘Modern Fiction’ adlı denemesinde cevap vermiştir.
Şehirleşmenin en büyük etkisini okurlar olarak modernist romanda görür iken, 19. yüzyıldan farklı olarak yazarlar, artık romanlarının temeline, şehri inşa ediyorlardı. 19. yüzyılda Rus yazarların sıkça kullandığı bu teknik, daha sonraları James Joyce’un ‘Ulysses’ adlı eserinde karşımıza çıkacaktı.
Roman artık eskisinden farklı olarak belirsiz, karmaşık ve bir düzenin içinde olmayarak, gerçek hayata daha çok yaklaştırılan bir edebi tür olarak yazılmaya başlanacaktı. H.G Wells gibi isimler bu durumu zırva ve gerçeklikten uzak olarak bulsalar da Woolf ve Joyce’un yazmış olduğu romanlar, döneminde dahi ilgi gördü. Eskiyi tamamen reddedip, Woolf’un deyimiyle çölde kendi ayak izini takip ederek ortaya çıkan modernist romanda, artık eskiden alıştığımız karakter tipi, anlatıcı tipi ve öykü şeması bulunmayacaktı. Yerini; güvenilmez ve belirsiz, ilahi bakış açısı tarafından yazıya dökülen, karakterlerin bilincinden, tıpkı gerçek hayatımızda da kendi bilincimizin akışını durduramadığımız gibi, tabiri caizse ne akıyorsa onu okumaya başladık. ‘A Portrait of the Artist as a Young Man’ adlı eserinde James Joyce, alışılmış bir başlangıç olan ”Evvel zaman önce baya güzel bir dönemde…” diye başladı ve sonrasında bu açılışla dalga geçti. İşte modernizmin kurgusal yazıma dökülmüş hali buydu. Eskiye (Neoklasik-Klasik) bir başkaldırı ve Aristoteles‘ten beri değişmeyen kuralları çiğnemekle başladı.
Bilim ve teknoloji ise her gün, yeni görme, çalışma ve düşünme yolları yaratıyordu. Yeni nesiller; değişen küresel siyaset, yeni kültürler ve yeni çatışmalar ile gelenekleri seve seve geride bıraktı. İstikrarlı güçler gitti. ‘Görünüşe göre Tanrı uzun zaman önce öldü.’, bu meşhur sözü Nietzsche ilk defa ‘Die fröhliche Wissenschaft [Şen Bilim]’ eserinin; 108, 125, ve 343. sayfalarında bunu yazdı, ve burjuva yok oldu. Geleneklerin yerine, sadece değişime olan inanç kaldı. Modern romancılar da bu geleneklerden kopmak istediler ve değişime inandılar. Sürekli değişen ve akışkan olan bir edebiyat yarattılar. Hem şiirde hem de romanda, birçokları tarafından eleştirilirken bir kesim entelektüeller tarafından da övgü aldılar. “Modernlik”, gelenekten kopmuş ve geleceğe bağlı, çatışmayla sarsılmış ve şüpheyle harap olmuş günümüzün dünyasıdır; ama her şeyden önce bir değişim dünyasıdır. Dolayısıyla burada basit, deneme niteliğinde bir tanım yapacak olursak: “Modern roman”, modernite karşısında modern yaşamı yansıtmak, anlamak ve hatta kavramak için yeni bir şey arayan kurgu anlamına gelir.
Yazarlar belirsizliği kullanarak daha bireysel, dönemin ağır şartları altında, toplumun dertlerine pek ayna tutulmadığı söylense de, daha izlenimci olarak karşımıza çıktılar. İlk dönem yazarları, 1900 ve 1930 dönemleri arasında, -pek çok kişiye göre farazi olsa da- yenilikler ve gelenekler arasına sıkışmış o insanı, en iyi yansıtan eserleri verdiler. Dogmaları ve tabuları yıkmayı kendilerine görev edindiler. Sonucunda ise bu akımın en özel örnekleri verildi. Yeni, değişik ve ilgi çekici olan modernist roman, sıradan insanın sıradanlığındaki gizemi ve büyüyü öne çıkarmak istedi ve başardı.
Kaynakça
- Matz, Jesse. The Modern Novel : A Short Introduction
- Parsons, Deborah. Theorists of the Modern Novel
- Nietzsche, Friedrich. Die fröhliche Wissenschaft
- https://www.britannica.com/art/Modernism-art
- Schopenhauer, Arthur. Die Welt als Wille und Vorstellung
Yorumunuzu Yayınlayın