Başrollerinde Ece Dizdar ve Selen Uçer’in yer aldığı Aşk, Büyü, Vs. filmi Ada’da yaşayan Reyhan ve Eren’in gençliğinde saklı yaşadığı tutkulu aşkın, günün birinde yakalanmalarıyla hayatlarının darmadağın oluşunu konu alıyor.

Solda Reyhan (Selen Uçer), sağda Eren (Ece Dizdar).

Reyhan ve Eren’in hikayesi, hem toplumun cinsel yönelimler üzerindeki etkisini hem de kadınların eşcinsellik deneyimlerindeki patriyarkal etkiyi çarpıcı bir biçimde yansıtıyor. Bunun yanı sıra, sınıfsal ayrımların bireylerin yaşamlarına nasıl bir dönüşüm yaşattığını izleyici olarak net bir şekilde tanık oluyoruz.  Ümit Ünal kaleminden dökülen 2019 yılında yayımlanan film,  54.Sinema Yazarları Derneği Ödülü, 2020 yılında Uluslararası İstanbul Film  Festivali’nde Altın Lale En İyi Film ödülü ve Altın Portakal Dr. Avni Tolunay Jüri Özel ödülünü kazanmıştır.

REYHAN

Reyhan (Selen Uçer)

Gençliğinde Ada’da, Eren’lerin köşkünde ailesiyle birlikte yaşamış ve Eren’le orada tanışmıştır. Babası köşkün görevlisidir.

Reyhan’ın hayatı, annesinin Eren’le onu yakınlaşırken yakalamasıyla tamamen değişir. Ailesiyle birlikte Ada’dan ayrılmak zorunda kalmış, maddi imkansızlıklardan dolayı üniversite eğitimine başlayamamış, babası dahi girdiği işlerden kovulmuş, kendisi de yıllarca girdiği işlerde mimlendiğinden dolayı para kazanmakta zorlanmış ve sonunda yıllar sonra korka korka da olsa Ada’ya dönmüş, tanınmadığını fark edince daha iyi bir seçeneği olmadığından tesadüfen tanıştığı Gökhan ile birlikte yaşamaya başlamıştır. Yönelimi yüzünden ailesinden şiddet görmüş, dışlanmış, zor bir hayat sürdürmüştür.

Reyhan, gençliğinde kendini kabullenmekte bir sorun yaşamayan, daha rahat, “erkek fatma” diye nitelendirilen bir kızken, filmde gördüğümüz haliyle daha kabullenici, gururlu, babasından kalan emekli maaşı ve Gökhan’ın geliriyle geçinen bir kadındır. Öğrenilmiş çaresizliği ile hayatına devam etmektedir. 

EREN

Eren (Ece Dizdar)

Yaşam şartları Reyhan’dan daha iyi olan Eren, yakalanmalarının ardından ailesi tarafından evlenene dek deli muamelesi görmüş, intihar etmeye çalışmış ve ardından eğitimi için Paris’e yollanmıştır. Babası bakan olan Eren, Reyhan’a kıyasla daha iyi bir hayat yaşamış, eğitimini tamamlamış kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın olmuştur.

Daha cesur, kararlı ve eylemlerin sonucundan ziyade eyleme odaklanan, atik ve çocuksu bir karaktere sahiptir. Reyhan’ı unutamadığı için 20 yıl sonra çıkıp gençliklerinin bir kısmını geçirdikleri Ada’ya dönmüş ancak Reyhan’la konuştuğunda beklemediği bir tavır ve gerçekle karşılaşmıştır: Büyü. 

KADINLARIN EŞCİNSELLİK DENEYİMİ VE TOPLUMSAL BASKININ YANSIMASI

Toplumun normaline ve normuna uymayan insanlar belirli sebeplerden dışlanıyorlar. Bu belirli sebeplerden birisi de hemcinsine aşık olmak. Toplumda bunun bir hastalık olduğu ya da yaş ilerledikçe değişecek bir durum olduğu gibi yanlış bilgiler, bireylerin uğradığı baskıyı daha da arttıran faktörlerden. Günümüzde eşcinsel bireylerin toplumsal baskıya maruz kaldığını ve bu baskının psikolojik sonuçlarının çok ağır olabileceğini gerek sosyal medyadan gerekse kendimiz bizzat şahit oluyoruz.

Bu söz konusu baskı unsurları, “farklı”olan her şeyi kapsıyor diyebiliriz: Farklı görünüm, farklı görünen bir “arkadaş”; özne kadınsa eğer maskülen kıyafetler yahut davranışlar… Toplumun bu baskısını Aşk, Büyü, Vs.’de konuyu derinlemesine izlemeye başladığımızda acı şekilde tanık oluyoruz. Hem sınıfsal farklılıkların onları hayatta çok başka yerlere getirip başka şeyler düşündürttüğünü hem de karşı karşıya kaldıkları durumla mücadelelerinin dönüşümüne sebep olduğunu gözlemliyoruz.

Eren’in adaya gelmesinin ertesi günü yaşadıkları yüzleşmede bu toplumsal baskının onları nasıl yıprattığını görüyoruz. Eren’in “Bize engel olacak kimse kalmadı.’’, “Bizim hayatımıza kocaman bir parantez açtılar.’’ demesi, birbirine aşık iki insanın nasıl zorla koparıldığını gözler önüne seriyor.  İki kadın da aslında gençliklerinde sadece birbirlerine aşık oldukları için en temel hakları olan eğitim haklarının, özgürlüklerinin elinden alınıp  içten içe sanki bir şırıngayla damarlarına yayılıyormuşçasına yanlış bir şey yaptıklarına ve “deli olduklarına” inandırılıyorlar.

Gençlik dönemlerinde Reyhan ve Eren.

Eren’in  ve Reyhan’ın ağzından duyduğumuz, “İnsanı kendinden nefret ettiriyorlar. Annen, baban, herkes. İçine işliyor. Pis bir koku gibi.’’ , “Babam her gün içmeye başladı. Her gün dayak, her gün dayak… Adam tiksiniyordu benden.’’ cümleleri, bireylerin kendilerini fark ettikleri ve çevreleri tarafından fark edildikleri an yaşadıkları hali açıkça gözler önüne seriyor. Ada’da yemek yedikleri sahnede de onları eskiden tanıyan bir esnafın arkalarından “Seviciymiş’’ demesi, toplumdaki ad takmanın ve kulaktan kulağa dolaşan dedikoduların yıllar geçse de bireylerin peşini bırakmadığına örnek olarak gösterilebilir.

Eren’in saçlarının kısa olmasından dolayı Gökhan ile (Reyhan’ın beraber yaşadığı kişi)  olan sohbetlerinde Gökhan’ın Eren’e, “Sen bize benzemiyorsun.” demesi de yukarıda bahsettiğim farklı görünüm sebebiyle dışlanmaya örnek verilebilir. Ailede başlayan bu ötekileştirme ve zorbalık, maalesef iş hayatında da hızını kesmeden devam ediyor. Filmde şahit olduğumuz Reyhan’ın mimlenip girdiği her işten attırılması; para kazanmasına, bir meslek sahibi olmasına vurulan ket, ne yazık ki acı ancak gerçek.

Toplumun cinsel yönelimler üzerindeki etkisi, bireylerin kendini saklamaya, gizlemeye; halk arasında duyduğumuz “Ne yaşayacaklarsa dört duvar arasında yaşasınlar!’’ cümlesinin aslında hayata sirayet etmesine sebep oluyor. Kadınların eşcinsellik deneyiminde de duyulan “Ne yaşayacaklarsa dört duvar arasında yaşasınlar!’’ cümlesi, aslında kadınların yaşadığı aşkı sadece cinselliğe indirgemelerine dayanıyor. İki kadının birlikte olma fikri, eril sistemde büyümüş ve ataerkil bir düzende cinselliğini keşfetmiş insanlara “seksi” ve “farklı” geldiğinden dolayı bu ve bunun gibi cümleler duyuyoruz.

Filmde de büyüyü bozdurmaya gittikleri sahnede karşılaştıkları adamın dünyanın asıl sahipleri hakkında “Dünyada iflah olmaz kalabalıklar var. Bunları yığınla temizlemek lazım. Bunlar mikrop kapmış insanlar.” dediğini söylemesi, aslında eşcinsel insanlara bakış açısının dünyanın geri kalanında ve özellikle Orta Doğu’da nasıl olduğunu şeffaf şekilde yansıtmıştır. “Mikrop kapmış, iflah olmaz, yanlış yoldalar” düşünceleri, homofobinin kaynağını oluşturan inançlardandır.

Diğer yandan, patriyarkanın kadınlara yüklediği rollerden ve kadınlardan beklenilen hayat akışının evlenmeleri, eşlerine hizmet etmeleri ve çocuk yapmaları olmasından dolayı eşcinsel bir birlikteliğin bu normsal akışı bozacağından sebeple de bireylere yönelik homofobik davranışlar görülmekte. Nefretin yansıtılış şekli her zaman aynı olmasa da kaynağı çoğu zaman aynı yerden geliyor. Nefreti tamamen yok edemeyiz ama bir insanın hayatına açılan parantezde canının yanmasını azaltabiliriz. 

Bu içeriğin her türlü sorumluluğu ve hakları, yazar(lar)ına aittir.
Bu içerik, Temsil.org editör ekibinin ve bu sitedeki diğer içerik üreticilerinin görüşlerini yansıtmaz.