Çok uzak değil, belki birkaç santim ötede, ötede diyorum; çünkü uzaklaştırmak ister gibiyim belki biraz ertelemek, biraz önemsememek ve biraz da kaçmak, böylesi bir ötelemek. İç sesinle kavga etmek istercesine yapmak isteyip de yapmadıklarımız. Nasıl ki bazı kelimeler yan yana gelmeyi istemiyorsa, masamda duran kullanmaya kıyamadığım defterimle karşımda az ötede duran kalemimin bir araya gelememesi de bir yığın tuhaflığın, saçmalığın temiz sayfaları kirleteceği düşüncesi ile uyuşmuyor içimde.
Kolay olan ne varsa, hemen de nasıl seçiyoruz. Bir tercih yarattığıma eminim, bu yüzden seçim diyorum ama bu hiç adil değil. Çünkü tercihlerin sunulması, adaletli olduğu anlamına gelmiyor. Ya doğru sürelerde sunulmuyorsa? İç sesimiz, zor olanları zihnimizde hep daha kısa süre tutar. Şimdi, bu büyülü kaleme biraz uzanmayı denesem, nedense olmuyor ulaşamıyor ellerim. Gözümde bir dağ gibi büyüyüveriyor, elimi geri çekiyorum kalemden. Yazmak sanki dağa tırmanmak ve düşme korkusu, inişli çıkışlı ve bilinmeyen yollara girmenin ürkütücülüğü gibi. Oysa bu sefer çok yaklaşmıştım, tam da bir kalemin nasılda büyülü olabileceği konusu açılacaktı ki, olanca hızıyla geri kapandı. Hemen de nasıl aldanıyorum bu işin zorluklarına.
Bu defteri kaç yıldır saklıyor olmalıyım, emin değilim. Hiçbir şey yazmamak üzerine birkaç defterimden biri olduğuna eminim. Üstelik birçok kalemimin mürekkebi henüz kapağı bile açılmadan kurumuş olmalı. Kim bilir, kaç yıl geçti üzerinden; bir bardağın içinde hapsolmuş kalemlerin. Hapsolan sadece kalemler değil, ruhumda içinde bir yer bulmuştu kolayca birkaç kalem gölgesinde. Bir kalem alabilsem içinden, ruhumda özgürleşecekti sanki. Hem neler yazacaktım ki, hiç düşünmemiştim detaylıca. Buna gerek var mı, emin bile değilken insan başka işlerine dönüveriyor, istediklerine dönüşemeden.
İnsanlar en çok neleri okumayı sever? Mesela, bir kelebeğin renkleri mi dikkatinizi çeker yoksa daha çok özgürce uçuşu mu? Bu küçücük alana sıkışıp kalmaktan mıdır bilmiyorum, aklıma geliyor işte böyle sorular. Kalemlerden bir kanat yapıp taksam kollarıma, bir yerlere takılıp beyaz bir sayfaya düşer miyim korkusuyla bu hayalden vazgeçiyorum yine çarçabuk. Ah, çıkabilsem şu küçücük alandan, uzatabilsem kollarımı kendime doğru. Ya da fırlasa kalemliğim bir yerlere tuzla buz olsa dağılsa etraf. Ters yüz etsem olmaz mı? Ayrıca, bardak boşa gitmedi elbet bir işe yaradı, kalemleri bir arada tutuyor ve eski bir bardağı süsleyip geri dönüştürerek yeni haline geldi diye kendimi kandırıyorum ama bu seferde tek farkı çöpe gitmemesi oluyor. Bir anda gözümün önüne çöpe atılan üst üste yığılmış defterler, kalemler ve en üstte de içine biçimsizce mürekkepleri akmış bir bardak geliyor. Masamda oturup o kaleme uzanamamak çöpü gitgide daha fazla dolduruyor. Sanırım çöpün birikmesinden doğan o berbat kokudan daha fena bir şey bu içimizde biriktirdiklerimiz.
Bu sefer tüm gücümü topluyorum, tekrar masama geçiyorum. Kararlıyım, defterimi açtım, her şey istediğim gibi gidiyor. Ellerim uzanmak için hazır ve bir kalem belirliyorum. Odaklanmak için gözlerimi kapatıyorum… Bir gürültü uyandırıyor beni, düşme sesi! Kolum ise kalemliğe uzanmış vaziyette kaldığı için uyuşmuş olmalı. Etrafımda ise yıllarca sakladığım kalemlerim tüm odaya saçılmış, bardak kırılmış!
Sadece karar almak bile bazen farkında olmadan sizi isteklerinize yönlendirir. Kararlarınızdan eminseniz, adım adım yaklaştığınızı hissedecek ve sizin de kanatlarınızın olduğunu fark edeceksiniz. Korkularımızın olması doğaldır ama hayallerimizi gerçekleştirmek istiyorsak içinde sıkıştığımız alanların kırılması gerekir. O küçücük alanlardan çıkamadığınızda denemeden ve sizin için uygun olup olmadığını anlayamadan geçip gidecek zaman. Yeni şeyler ise keşfetmek nerdeyse imkânsız olacak. Bırakalım hayatta beyaz sayfalar kirlensin, eksik olsun biraz da yazılanlar, zamanla her şey gelişecek ve öğrendikçe kanatlarınız sizi özgür kılacak, güzelleşecek sayfalarınız. Çünkü o kanatlarda tüm yaşadıklarınızın, birikimlerinizin, cesaretinizin izi olacak. Zinciri kırma zamanı…
Yorumunuzu Yayınlayın